2024 seçimlerinde Donald Trump'ın olası galibiyeti, ABD dış politikasında paradigma değişimlerine işaret ediyor

Eski ABD Başkanı ve milyarder iş insanı Donald Trump, iktidardaki zamanında işlediği suçlardan dolayı yargılanıyor. Trump, yargılanan ilk ABD Başkanı olarak tarihe geçmesine karşın yasal olarak hâlâ başkanlık yarışına dâhil olabiliyor ve anketleri en önde götürüyor.

Mansur Ali Bilgiç -- mansuralibilgic@intell4.com

Amerika Birleşik Devletleri tarihine sabıka fotoğrafı çekilen ilk Başkan olarak geçen ve 90’ı aşkın suçtan yargılanmak üzere sayısız defa hâkim karşısına çıkan Donald Trump’ın seçim kampanyası olağanca hızıyla devam ediyor.

Adaylığı önünde yasal bir engel bulunmayan Donald Trump, bu dava kapsamında sahip olduğu seçmen desteğinden hiçbir şey kaybetmedi. FiveThirthyEight adlı anket şirketinin verilerine göre Trump Cumhuriyetçi adaylar içinden yüzde 55 ile en çok seçmen desteğine sahip olduğu tahmin edilen aday olarak öne çıkıyor.

BAŞKAN OLABİLİR Mİ?

ABD Anayasası’na yapılan 14. değişikliğin 3. maddesi, Trump’ın adaylığının tartışmalı olmasına yol açıyor.

3. madde, “Daha önce Kongre üyesi ya da Birleşik Devletler memuru ya da herhangi bir Eyalet yasama organı üyesi ya da herhangi bir Eyaletin yürütme ya da yargı görevlisi olarak Birleşik Devletler Anayasası'nı destekleyeceğine dair yemin etmiş olup da bu Anayasa’ya karşı ayaklanma ya da isyana girişen ya da bu Anayasa’nın düşmanlarına yardım ya da yataklık eden hiç kimse, Kongre'de Senatör ya da Temsilci ya da Başkan ve Başkan Yardımcısı Seçim Kurulu Üyesi olamaz ya da Birleşik Devletler'de ya da herhangi bir Eyalette sivil ya da askeri herhangi bir memuriyette bulunamaz. Ancak Kongre, her bir Meclisin üçte ikisinin oyuyla bu engeli kaldırabilir” ifadelerini içeriyor.

Özetle bu maddeye göre, Donald Trump gibi resmî bir pozisyonda görev yapan veya yapmış kişilerin, Anayasa’ya karşı ayaklanma çıkartmamış veya Anayasa’nın düşmanlarına destek vermemiş olması gerekiyor.

Trump’a 6 Ocak 2020 olaylarıyla ilgili yöneltilen suçlamaların hiçbiri bu maddenin ihlalini içermiyor. Politico’nun konuya ilişkin hazırladığı listede kendisine bu olayla ilgili toplam dört suç yöneltildiği, bunlardan ikisinin 6 Ocak'ta Kongre'nin seçim oylamasını onaylamasının kesintiye uğratılması; birinin 2020 seçimlerinde oyların toplanması, sayılması ve belgelendirilmesini engellemeye yönelik sürekli bir çaba yoluyla Amerika Birleşik Devletleri'ni dolandırma girişimi; sonuncusunun ise federal yasalarla güvence altına alınmış oy kullanma ve oylarının sayılmasını sağlama hakkından mahrum bırakmak için komplo kurma suçları olduğu belirtiliyor.

Lindsey Ragas ve Kenneth Wong’un Fox 10 Phoenix’teki yazısında durumun yasal açıdan karmaşık olduğu belirtiliyor.

Trump’ın rakipleri Anayasa’nın 14. değişikliğini kendisine karşı kullanmayı değerlendirebilir ancak eski Başkan’a yöneltilen suçlamaların arasında bu değişikliğin kapsamına giren bir suçlama yer almıyor.

Kamusal arenada kendisine bu tarz bir suçlama yöneltilmesi, seçmenlerin takdirini kazanmasına ve oy oranlarının yükselmesine de yol açabilir.

Daha önce böyle bir olayın benzeri ABD tarihinde yaşanmadığı için, Trump’ın Başkan olması hâlinde kendine yönelik bir af çıkarabileceği de yasal tartışmaların gündeminde yer alan başka bir bilinmezliği teşkil ediyor.

Bir kısım hukukçular bunun mümkün olamayacağını söylerken bir diğer kesimde ise Trump’ın hedefleri arasında Başkan’ın özel af yetkisini kendi için kullanmayı düşündüğünü öne sürenler yer alıyor.

DÜNYADA NELER DEĞİŞEBİLİR?

Donald Trump’ın tekrar başkan seçilmesi, ABD’nin dünya siyasetindeki yerine ilişkin bir dizi değişikliği beraberinde getirme potansiyeli taşıyor. Bunlardan ilkini, Trump’ın Ukrayna’nın işgali konusunda takındığı tutumun Biden yönetiminden farklılığı oluşturuyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile iyi bir diyaloğa sahip olduğu bilinen eski ABD Başkanı, Ukrayna krizini göreve gelmesi hâlinde 24 saat içinde bitireceğini, ancak planının detaylarını paylaşamayacağını söylemişti.

ABD’nin yakın çevresinde kalmayan bölgelere müdahalede bulunmasını yanlış olarak değerlendiren ve görevi süresince Afganistan ve Orta Doğu gibi bölgelerden çekilen Trump, Ukrayna’da barışın daimî olarak sağlanması için Washington tarafından yapılan yardımların kesilmesi gerektiğini savunuyor.

Trump, 2023’ün başlarında Hugh Hewitt’e verdiği bir röportajda “ABD bir şeyler göndermeye devam ettikçe savaş durmayacaktır” ifadelerini kullanmıştı. Buradan, göreve gelmesi hâlinde Ukrayna’da gidişatın değişeceğine ilişkin çıkarımlar yapılabilir.

Ukrayna’daki duruma ek olarak ABD içindeki düzenlerin değişeceğine dair yorumlar da yapılıyor.

Chrissy Stroop, Open Democracy adlı İngiltere merkezli medya kuruluşundaki yazısında, 2024’te olası bir Trump galibiyetinin ABD’de hukukun üstünlüğü prensibinin sonunu getireceğini belirtiyor.

Stroop, “Trump ve destekçilerinin hakikat sonrası koşullarda siyasetin yalnızca güç üzerinden yürütüldüğünü anlamaları” gerekçesiyle Donald Trump’ın göreve gelmesi hâlinde Birleşik Devletler demokrasisini ayakta tutan güçler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırmaya çalışacağını öne sürüyor.

Trump’ın küresel siyaseti derinden etkileyecek en önemli politikası ise “Önce Amerika” olarak bilinen ve ABD’nin kendi kabuğuna çekilmesini sağlayan dış politika stratejisi.

Bu strateji gereğince Trump’ın 2016-2020 arasında süren iktidarı döneminde ABD; korumacı ekonomik politikalar uygulayarak NAFTA gibi uluslararası ticareti kolaylaştıran anlaşmalardan çekilmiş ve dışarıdan yasal göçü kısıtlayarak yabancı düşmanlığının yükselmesine sebep olmuş, birçok noktada Çin ile karşı karşıya kalınmasına sebep olacak adımlar atmış, NATO’ya katılım ve destek azalmış, Paris İklim Değişikliği Anlaşması’ndan çekilmişti. İran ile nükleer antlaşmadan da geri adım atılması, iki ülkenin iğne ipliğine bağlı ilişkilerini kopuş noktasına getirmişti.

Bu politikaların direkt sonucu olarak ABD izolasyonist bir çizgi izlemiş, dünyanın geri kalanındaki askeri varlığını azaltmıştı.

Trump’ın yeniden seçilmesinin de ABD’nin uzun yıllardır Orta Doğu’da kurmaya çalıştığı hegemonyaya ve Asya-Pasifik’te Çin ile girdiği güç mücadelesine daha derin zararlar vereceği aşikar.

Trump döneminde Washington’un bu bölgelerde etkinliğini azaltması ile Rusya ve Çin, onun bıraktığı boşluğu doldurmaya yönelmişlerdi.

Bu hususta Orta Doğu, Afrika, Asya gibi bölgelerde bu iki ülkenin etkinliği başarılı olarak artma eğilimine girmişti.

Son dönemde Moskova ve Pekin tarafından gerçekleştirilen atılımlara ek olarak bu yıl da BRICS çerçevesinde yaşanan gelişmeler, yeni bir dünya düzeni oluşumunun habercisi olarak yorumlandı.

Sonuç olarak Donald Trump’ın seçilmesi ile Rusya ve Çin’in bu bölgelerdeki aktivitelerini artırmaları ve küresel siyasette oluşturma çabası içinde oldukları yeni düzeni kaçınılmaz görünüyor.