AB ülkeleri göç ve iltica kuralları üzerinde anlaşamıyor: Avrupa’da göç krizi büyüyor!
Avrupa’nın göç kriziyle mücadelesi diplomasi yoluyla çözülemedi. Avrupa Birliği’nde liderler ortak iltica politikası belirleyemedi. Avrupa ülkeleri insan haklarını ihlal etmeden göçmenlerin iade edilmesi ve sınırların kontrol altına alınması için çalışmalarını sürdürüyor. AB ve Schengen vize başvuruları rekor seviyeye ulaşmışken Avrupa'nın birçok ülkesinde göç dalgası tepkiyle karşılanıyor.
Avrupa Birliği Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nun hazırladığı yeni yasa tasarısı ile Schengen vizesi başvurularının dijital ortamdan yapılması planlanıyor. Yurt dışına seyahat etmek, iş gezisine gitmek ya da göç etmek isteyen birçok kişinin vize başvuru süreci kolaylaştırılsa da randevular aylar sonrasına veriliyor.
Avrupa Komisyonu’nun paylaştığı verilere göre; AB ve Schengen ülkelerine vize başvuruları 2021’e kıyasla yüzde 258 artarak 7,5 milyon seviyelerine ulaştı. En çok başvurunun yapıldığı ülkenin Türkiye olduğu belirtildi. 2021’de 271 bin 997 kişi olduğu belirtilen başvuruların 2022’de yaklaşık 800 bine çıktığı kaydedildi.
Başvuru sayısındaki artışa rağmen dünya çapındaki tüm vize başvurularının yaklaşık yüzde 18’i reddedildi. Bu oran 2021 yılında yüzde 13,4 olarak açıklanmıştı.
Göç yükünün büyük bir kısmını Akdenize kıyısı olan ülkeler üstleniyor. Özellikle Polonya ve Macaristan’ın ilticanın yükünü eşit paylaşma talebi nedeniyle AB ortak bir politika uygulayamıyor. AB ülkelerinin çoğunluğu ise göçmenlerin Tunus ve Arnavutluk’un da aralarında olduğu güvenli üçüncü ülkelere gönderilmesi konusunda ısrarcı davranıyor.
AB İLTİCA REFORMUNDA HANGİ KARARLAR YER ALIYOR?
İsveçli Bakan Maria Malmer Stenergard, "Kurduğumuz zorunlu dayanışma mekanizması, göç baskısına en çok maruz kalan üye ülkelere destek sağlayacak. Üye ülkeler, farklı dayanışma katkıları arasında seçim yapma olanağına sahip olacak" diyerek reformun katkılarını sıraladı.
Stenergard’ın sıraladığı maddeler şu şekilde paylaşıldı:
- Yılda ilk etapta en fazla 30 bin sığınmacı kabul edilecek.
- Sığınmacıları kabul etmeyen üye ülkeler her bir kişi başına, ev sahipliği yapan ülkelere 20 bin avro ödeme yapacak.
- Bir sığınmacının başvurusunun değerlendirmesi en fazla 6 ay sürecek.
- 20 bin avroluk katkılar Komisyon tarafından yönetilen ve göç yönetimiyle bağlantılı projeleri finanse etmeyi amaçlayan bir fona ödenecek. Ardından ev sahibi ülkeye transfer edilecek.
- Sığınma başvurusu yapanların, başvuru yaptığı ülkede aile fertlerinin bulunup bulunmadığı veya kendisinin o ülkede yerleşmiş olup olmadığı gibi faktörler göz önünde bulundurulacak.
- Güvenli ülke kavramına üye ülkelerin kendi değerlendirmeleri neticesinde karar verilecek.
- Sınır prosedürleri, kabul alma oranları düşük kişiler tarafından dış sınırda yapılan sığınma taleplerinin hızlı bir şekilde değerlendirilmesini sağlayacak. Böylece, nitelikli olmayanların hızla geri gönderilmesine yardımcı olunacak ve sığınma sisteminin suistimalinin önüne geçilecek.
- İstatistiksel olarak mülteci statüsü kazanma şansı en az olan göçmenlerin sığınma başvurularının incelenmesi için sınırlarda bulunan merkezlerde en fazla 12 hafta süreyle hızlandırılmış bir prosedür uygulama yükümlülüğü olacak.
- Uluslararası koruma için uygun olmayan sığınmacıların sayısı azaltılacak.
Ancak Brüksel’de düzenlenen son Avrupa Birliği Zirvesi’nde Polonya ve Macaristan’ın itirazları nedeniyle maddeler üzerinde anlaşmaya varılamadı. NATO’nun, 11-12 Temmuz’da Litvanya’da düzenlenecek toplantısında, AB ülkelerinin konuyu yeniden ele alması bekleniyor.
POLONYA VE MACARİSTAN’IN İTİRAZI
Geçtiğimiz sene AB sınırlarını aşan 330 bini aşkın göçmen, Avrupa ülkelerinin endişesine sebep oldu. 2022’de Rusya-Ukrayna savaşının da başlamasıyla yoğunlukta olan Asya, Afrika ve Orta Doğulu göçmenlerin yanına Ukraynalı göçmenler de eklendi.
Bunun üzerine düzensiz göçü ana gündem maddesi haline getiren Avrupa Birliği, Polonya ve Macaristan’ın itirazlarıyla göç reformunda yer alan maddeleri onaylayamadı.
Polonya ve Macaristan, göçmenlere ev sahipliği yapmanın gönüllülük esasına dayandırılması gerektiğini savunuyor.
Ukraynalı sığınmacılar, savaşın başlamasının ardından çoğunlukla bu iki komşu ülkeye göç etti. Polonya’nın toplamda 12 milyon Ukraynalı göçmene ev sahipliği yaptığı belirtiliyor ve hükümet buna karşılık Türkiye’ye atıfta bulunarak AB’den maddi destek talep ediyor.
Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Avrupa Birliği Komisyonu ya da diğer Avrupa kurumlarının, bir milyon Ukraynalı mülteciye kapılarını açan Polonya’ya neden yardım etmek istemediğini anlayamıyorum” ifadelerini kullanmıştı.
Macaristan’da rakamlar aynı seviyeye ulaşmasa da 2015’ten bu yana benzer bir tablo çiziliyor. Daha fazla sığınmacı kabul etmeyen Macaristan, son olarak Sırbistan sınırını tamamen tel örgülerle kapatıp göçmenlerin ülkeye girişini engellemeye çalışıyor.
Horgoş Sınır Kapısı’nda Almanya ve İskandinav ülkelerine sığınma talebinde bulunan yüzlerce mülteci, Sırbistan tarafından da kabul görmüyor.
‘Sığınmacı kavgası’ olarak değerlendirilen bu durum; Avrupa’da birçok ülkenin göç konusunda sert tutum göstermesine neden oluyor.
Diğer yandan; iç politikada göçmen karşıtı siyaset her zamankinden daha fazla dile getiriliyor, Avrupa’da milliyetçi söylemlerin yeniden yükselişe geçmesine ve sağcı-milliyetçi liderlerin yükselişine sebep oluyor. Bu ülkelerin başında; İtalya, Macaristan, Fransa, İngiltere, Belarus, Polonya ve Yunanistan geliyor.
AKDENİZ ÜLKELERİ AB’YE KIZGIN
Yunan araştırmacı ve yazar Stefanos Kefokeris, Avrupa’da ve Yunanistan’da mülteci krizini ve karşıtlığını Avrupa Birliği’nin yanlış politikasına bağladı. Düzensiz göçmenlerin Türkiye ve Afrika üzerinden Avrupa’ya geçtiğini ifade eden Kefokeris, durumun ‘içinden çıkılmaz’ bir siyasi boyuta ulaştığını belirtti.
Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin göçmen krizinin yükünü taşıdığını söyleyen Yunan araştırmacı, bu ülkelerin AB tarafından yalnız bırakıldığını savundu.
Yunan hükümeti ve halkının, mültecileri istememesinin sebebini başta ekonomik sebeplere bağlayan Kefokeris, "Yunanistan'ın mülteci politikası elbette doğru değil, olamaz çünkü mali yardım yok. Bu konuda uluslararası kuruluşlardan siyasi destek de yok. Yunanistan on yıllardır bu sorunla tek başına mücadele etmek zorunda kalıyor" dedi.
Ülkesindeki mali sıkıntılar nedeniyle olayların ‘mülteci düşmanlığına’ gittiğinin altını çizen Kefokeris, "İsveç, Finlandiya ve Almanya gibi zengin üye ülkeler, düzensiz göç konusunda Akdeniz'e kıyısı olan ülkelere daha fazla yardım etmeli. AB'nin Akdeniz'e kıyısı olan üyelerine yardım etmesi gerekiyor. Diğer üye devletler neden düzensiz göçmenlerin bir kısmını kendi ülkelerine almıyor da milyonlarcasını İspanya'da, İtalya'da ya da Yunanistan'da bırakıyor? Diğer AB üyeleri sorunun parçası olmak ve ellerini kirletmek istemiyor" değerlendirmesinde bulundu.
Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis de mülteci krizine değinmiş ve bu konuda Türkiye ile müttefik olmayı teklif etmişti. Miçotakis ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 11-12 Temmuz’da Vilnius’ta düzenlenecek NATO Zirvesi’nde mülteci sorununu ele almaları bekleniyor.
AVRUPA’DA TARTIŞILAN GÖÇ YASALARI
İngiltere’de Başbakan Rishi Sunak, ülkeye yasa dışı yollardan giren göçmenlerin iltica başvurusunda bulunma hakkını ortadan kaldıran yeni yasa tasarısıyla dikkatleri üzerine çekmişti.
İngiltere’ye Manş Denizi üzerinden giren düzensiz göçmenleri engellemeye yönelik yasa tasarısı hazırlayan İngiltere hükümeti, düzensiz göçmenleri yakalandığı anda gözaltına almayı planlıyordu. Tasarıya göre, gözaltına alınan düzensiz göçmenler adli soruşturma olmaksızın 28 gün içinde kendi ülkelerine ya da güvenli üçüncü ülkelere sınır dışı edilecekti.
İngiltere’de Yüksek Mahkeme, Aralık 2022'de, hükümetin ülkeye gelen bazı sığınmacıların iltica başvurularını değerlendirmeden Ruanda'ya gönderme planının hukuka uygun olduğuna hükmetmişti.
Ancak Temyiz Mahkemesi, sığınmacıların Ruanda'ya gönderilmesinin ülkedeki sığınma sisteminde değişiklik yapılmadığı takdirde hukuka aykırı olduğunu kararlaştırdı.
Başbakan Rishi Sunak, mahkeme kararı ile ilgili yaptığı açıklamada, "Mahkemeye saygı duymakla birlikte, vardığı sonuçlara temelde katılmıyorum" ifadelerini kullandı.
Ruanda’nın güvenli bir ülke olduğunu ve Yüksek Mahkeme’nin bunu kabul ettiğini söyleyen Sunak, ''UNHCR'ın Ruanda'daki Libyalı mülteciler için kendi mülteci planı var. Şimdi bu karara itiraz etmek için izin isteyeceğiz" dedi.
Polonya Başbakanı ile geçtiğimiz günlerde bir araya gelen İtalya Başbakanı Georgia Meloni de ortak basın toplantısında, Polonya ve İtalya'nın Avrupa'ya yasa dışı göçün sınırlandırılmasını istediğini söyledi.
Başbakan Morawiecki'nin Polonya'nın çıkarlarını güçlü şekilde ifade etmesinden etkilendiğini dile getiren Meloni, “Yasa dışı göçü yönetmek değil de onun nasıl durdurulacağı konusunda çalışmaktayız” değerlendirmesini yaptı.
Meloni, Libya açıklarında, 12 Mart’ta yaşanan ve 30 düzensiz göçmenin kaybolduğu facia hakkında da; hükümet olarak gerekeni yaptıklarını ve vicdanlarının rahat olduğunu söylemişti.
İtalya Başbakanı, yasa dışı göç konusunun insan kaçakçılarının eline bırakılamayacağını ve sıkı bir mücadelenin gerektiğini vurgulamıştı.
“Göçmenleri insan ticareti için canlı kalkan gibi kullanan vicdansız kaçakçıların şantajı altında daha fazla kalmaya niyetimiz yok. Bu suçluların kimin İtalya’ya gelip gelemeyeceğine karar vermesine izin vermeyeceğiz” diyen Meloni, insan kaçakçılarına yönelik cezaları artırma kararı aldı.
FRANSA KAOSA SÜRÜKLENDİ: İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ NESİL GÖÇMENLER BAŞ KALDIRIYOR
27 Haziran’da Paris’te, Cezayir asıllı Nahel Merzouk; Fransız polisinin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle vurularak hayatını kaybetti. 17 yaşındaki Nahel’in Nanterre banliyösünde trafik polisi tarafından vurulması üzerine ‘banliyö isyanı’ diye tabir edilen olaylar patlak verdi.
Göçmenlerin ayrıştırılması ve banliyölere yerleşmesi uzunca zamandır tepki çekiyordu. İkinci ve üçüncü nesil göçmenler, hükümetin konut politikaları nedeniyle ekonomik ve sosyal eşitsizlikten yakınıyordu.
Polis uygulamalarının da Müslüman ve göçmen gençlerin topluma entegre olmasını engellediği ve kitleleri harekete geçirdiği Fransa, iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Paris, Marsilya ve Lyon’da yoğunlukta olan eylemlerde onlarca AVM, yüzlerce market ve banka şubesi zarar gördü. Hasarın faturasının ülke genelinde 1 milyar avroyu aştığı bildirildi.
Fransız düşünce kuruluşu Ifri araştırmacısı Jeanette Suess, “Mevcut isyanlar, ihmal edildiğini hisseden banliyölerdekilerin, ki gençleri üçüncü kuşak Fransız vatandaşları, derin güvensizliğinin bir ifadesi” değerlendirmesini yaptı.
Suess’e göre; bu kitleler, cumhuriyet idealinin yani “nereden gelirseniz gelin herkese eşit fırsat” vaadinin kendileri için geçerli olmadığını düşünüyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, hayatını kaybeden Nahel M. hakkında; “Genç Nahel'in ailesine, onlarla dayanışma içinde olduğumuzu söylemek ve milletimizin sevgisini iletmek istiyorum. Öldürülen bir gencimiz var. Bu açıklanamaz, affedilemez. Olay hızla yargıya intikal etti. Umarım adalet en kısa sürede yerini bulacak” açıklamasını yaptı.
Macron, protestolarda yağma ve vandallığa karışan çocukların ailelerine para cezası kesilmesi önerisinde bulundu. Geçtiğimiz hafta eylemlere katılarak gözaltına alınan 4 bini aşkın protestocudan bin 200’ünün çocuk olduğu belirtildi. Fransa’daki aşırı sağcı halk ve muhalefet partileri ise Macron’u olaylara yeterli müdahalede bulunmamakla suçladı.
Aşırı sağcı muhalif isimler Fransız vatandaşlarının korku içinde olduğunu ve her anlamda fazlasıyla zarar gördüğünü savundu. Göçmen karşıtlığı yapan halk, ikiye bölünerek Nahel M.’nin ölümüne sebep olan polis memuru için de yardım kampanyası başlattı.
Nahel’i öldüren polis memuru için toplanan bağışın tüm tepkilere rağmen 1 milyon doları aştığı bildirildi.
Yardım kampanyası Fransa'daki son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan aşırı sağcı Eric Zemmour'u destekleyen eski bir politikacı olan Jean Messiha tarafından başlatıldı.
Sosyalist Parti başkanı Olivier Faure, kampanyanın ‘utanç verici’ olduğunu vurgularken Cumhuriyetçiler Partisi başkanı Eric Ciotti kampanyayı desteklediğini söyledi.
Dünya düzensiz göç krizleriyle çalkalanırken Fransa’da yaşanan ikinci ve üçüncü nesil göçmen olaylarının, ilerleyen dönemde yeni göçmenlere ev sahipliği yapan diğer ülkelerde de tezahür edeceği düşünülüyor.
Avrupa’nın ana gündeminde yer alan konunun Avrupa Birliği ya da diğer Avrupa kurumları tarafından ortak bir kararla planlanmaması durumunda, önümüzdeki on yıl içerisinde giderek büyüyen bir krize dönüşeceği ve ülkelerin iç meselelerinde daha farklı problemlere yol açacağı öngörülüyor.