Avrupa'da aşırı sağ sendromu artışta

Avrupa’da aşırı sağ ideolojiler ve partiler, neoliberal kapitalist uygulamaların başladığı 1970’li yıllarda ortaya çıktı ve 80’lerden itibaren seçimlerde dikkate değer sonuçlar almaya başladı. 2008 ekonomik krizi ve koronavirüs ile başlayan küresel resesyon ile vatandaşlardan daha ciddi karşılık bulmayı başaran bu ideolojiler bugün Avrupa’da demokrasi ve insan haklarına ciddi tehdit teşkil ediyor.

Aşırı sağ, politik ideolojiler cetvelinin sağ kanadının en uç kısımlarında yer alan ideolojilere verilen isimlerden biri. Bu ideolojiler “sağ popülist”, “radikal sağ” gibi isimlerle de anılıyor.

Aşırı sağ ideolojiler her ülkede “politik sağ”ın anlamına göre değişiklik gösteriyor. Buna rağmen, Avrupa’daki aşırı sağcı hareketlerin birkaç ortak noktası bulunuyor.

Bu ortak noktaların başında göçmen ve yabancı karşıtlığı, aşırı muhafazakârlık, AB ve küreselleşme karşıtlığı, bağımsızlık söylemi, ,çokkültürcülük karşıtlığı İslam ve Musevilik karşıtlığı gibi ögeler geliyor.

Dünyanın her yerinde varlık gösteren aşırı sağ unsurlar, yasal siyasi partiler ve yasadışı örgütlenmeler şeklinde oluşabiliyor.

Bu ideolojiye sahip partiler ve örgütler, “vatandaşın gerçek temsilcisi olma” iddiasıyla hareket ederek aşırı sağ popülizmi de retoriklerinde kullanıyorlar.

VATANDAŞI NE CEZBEDİYOR

Son dönemlerde oy oranları yükselen ve Avrupa’da kimi ülkelerde iktidarda olan kimi ülkelerde ise en büyük muhalefet konumunda olan aşırı sağ partiler, vatandaşı muhafazakârlığın temel kavramlarının aşırı versiyonlarını kullanarak cezbediyor.

Ekonomik sorunlara ve işsizliğe çare olma iddiası, küreselleşme ve göçmen karşıtı boyutun sac ayaklarından birini oluşturuyor.

Küreselleşme ile sermaye, ileri sanayiye sahip merkez ülkeleri terk ederek ucuz işgücü, vergi muafiyeti gibi fırsatların bulunduğu, işçi haklarından kaçınabileceği çevre ülkelere yönelmişti.

Bu kaçış aynı zamanda merkez ülkelerdeki işlerin yok olmasına sebep oldu. Dolayısıyla bu ülkelerde işsizlik yükseldi.

İşsiz kalan insanların hınçlarının ve ekonomik sorunların göçmenlere yöneltilmesi, göçmen karşıtlığının oluşmasının bir diğer boyutunu oluşturuyor.

Her ülkede ekonomik sebepler öne çıkmazken, bazı ülkelerde kültüre dayalı korku yabancı ve göçmen karşıtlığının asli unsuru oluyor.

Vatandaşlar, kendilerine yabancı bir kültürü kendi kültürlerine düşman olarak algılıyor ve buna karşıtlık duyuyorlar. Kendi kültürlerini toplumsal alanda bariz biçimde sinagoglar ve camilerle yaşayan Yahudi ve Müslümanlar, dolayısıyla göze batan unsurlar oluyor.

Müslümanlar ve Yahudilerin yanında antikolonyalist hareketler sonrasında Avrupa’ya göçen siyahi insanların da ten renklerinin farklılığından dolayı ayrımcılığa maruz kaldığı biliniyor.

Avurpa Birliği karşıtlığı da bu yabancı karşıtlığının ekonomik sorunlarla ve bağımsızlık söylemiyle birleşiminden türeyen bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

AB’deki refah programları dolayısıyla bir ülkede verilen vergilerin başka bir ülkede kamu yararına kullanılması, aşırı sağ ideolojiye sahip kişiler için bir sorun olarak beliriyor.

Özellikle zengin merkez ülkelerde kendine alıcı bulan bu retorik, X ülkesinde verilen verginin Z ülkesinde kullanılmasını istemeyen insanlar tarafından benimseniyor.

Göçmenleri ve yabancıları geri gönderme, sınırları kapatma, AB’den ayrılarak ulusal bağımsızlığı güçlendirme, ekonomik sorunları giderme, idareyi siyasete hâkim elitin elinden alarak “halkın gerçek temsilcisi” olan birine verme gibi politika önerileriyle aşırı sağ, halkın dikkatini çekerek oylarını artırıyor. 

HANGİ ÜLKEDE HANGİ PARTİ VAR

Avrupa’da neredeyse her ülkede aşırı sağ popülist bir parti olduğu söylenebilir. Bu partiler kimi ülkelerde iktidardayken kimi ülkelerde muhalefetin merkezinden çeperine farklı konumlarda yer alıyorlar.

İktidardaki aşırı sağ partilerden bir tanesi Polonya’daki Prawo i Sprawiedliwosc (PiS - Hukuk ve Adalet) partisi. Şu anki Polonya Başkanı Andrzej Duda’nın partisi olan partinin pozisyonu muhafazakâr sağ popülizm olarak nitelendiriliyor.

Partinin politikaları arasında İslam karşıtlığı, göçmen karşıtlığı, AB karşıtlığı gibi etmenler öne çıkıyorken yakın zamanda kürtajın yasaklanması, AB’nin mülteci kotası önerisine karşı çıkılması, LGBT yaşam tarzının bazı bölgelerde resmen yasaklanması gibi eylemlerle partinin, pozisyonunu uygulamaya döktüğü görülüyor.

İktidarda olan partilerden bir diğeri de Macaristan’daki Fidesz (Macar Yurttaş Birliği). Macaristan Başbakanı Viktor Orbán tarafından yönetilen ve siyasete merkez solda başlayan partinin yakın zamanlarda aşırı sağ politikalar izlediği görülüyor.

Bu politikalar arasında 2015 yılında AB ile yaşanan mülteci krizi, Orbán’ın kendi yönetimine “illiberal demokrasi” adlandırması yapması, 2018’de “Biz, kendi kültürümüzün farklı kültürlerle karışmasını istemiyoruz, [kültürel anlamda] çeşitli bir ülke olmak istemiyoruz” açıklaması yapması gibi aşırı sağ aksiyonlar yer alıyor. 

İktidara son zamanlarda gelen bir diğer aşırı sağ eğilimli parti de İtalya’da “yeni faşist” olarak nitelenen Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri - FdI). İtalya’nın ilk kadın Başbakanı olan Giorgia Meloni tarafından yönetilen partinin gelecekte eşcinsel çiftlerin evlat edinmesini yasaklamayı tasarlaması, kürtaj karşıtı tutumu, “geleneksel aile” vurgusu ve Meloni’nin göçmenlikle ilgili yaptığı açıklamalarla İtalya’daki yeni düzenin ideolojisi tescillenmiş oluyor.

Avrupa’da muhalefette öne çıkan iki aşırı sağ parti de Fransa’daki Rassemblement National (Ulusal Birlik - RN) ve Almanya’daki Alternative für Deutschland (Almanya için Alternatif - AfD).

Bu iki parti arasından RN, Fransa’da son seçimlerde yüksek oy oranlarına ulaşarak Emmanuel Macron’un koltuğunu sallamayı başarmıştı. Partinin, başkanlık yarışına hazırlanmak için parti liderliğinden çekilen eski lideri Marine Le Pen, partinin en öne çıkan figürü konumunda.

2022 genel seçimlerinin ikinci turunda yüde 42’ye yakın oy alan Le Pen, “Fransa’nın İslamizasyonunun durdurulması”, küreselleşme karşıtlığı, “Fransa’nın NATO’dan ayrılarak ABD etkisinden kurtulması” gibi görüşleriyle radikal pozisyondaki Avrupalı liderler arasında yerini alıyor.

AfD ise yukarıdaki diğer aşırı sağ partilerden farklı olarak ekonomide neoliberal bir tutum benimsiyor. RN gibi aşırı bir küreselleşme karşıtlığından ziyade ekonomide sistemik biri tutum benimsedikleri görülür.

Bu tutumun yanında AfD’nin ağır basan bir kültürel korumacılığa da sahip olduğu görülür. AfD'nin Müslüman göçünün ülke kültürünü  değiştirebileceği endişeleri sebebiyle Müslüman göçüne karşı oldukları, çokkültürcülüğe de karşı oldukları görülüyor.