Asya-Pasifik'te yükselen gerilim, dünyayı nükleer yok oluşa mı sürüklüyor?
Amerika Birleşik Devletleri ile Güney Kore arasındaki askeri iş birlikleri ve ortaklıkların artmaya devam etmesi, Kuzey Kore (KDHC) ile gerginliğin artmasına sebep oluyor. Tarafların birbirlerine karşılık olarak yaptıkları eylemler Yarımada’daki güvenliği ve istikrarı zedelerken, nükleer bir savaş tehdidi gün geçtikçe belirginleşiyor.
Mansur Ali Bilgiç
mansuralibilgic@intell4.com
Geçtiğimiz hafta Kore Cumhuriyeti ile ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı önlemleri tartıştığı bir toplantı ile Güney kıyılarına nükleer denizaltı göndermesi gibi eylemleri, KDHC’nin tepkilerini çekmişti.
Washington’u “bir nükleer savaş fragmanı düzenlemek” ile suçlayan Pyongyang, tepki olarak 17 ve 18 Aralık’ta iki füze fırlattı. Pazar günü fırlatılan füze kısa menzilliyken, Pazartesi günü fırlatılan ve 1000 kilometre mesafe katederek Hokkaido adası yakınlarına düşen füze tedirginliğe sebep olmuştu.
Pazartesi günü fırlatılan Hwasong-18 adlı kıtalararası balistik füze, Japonya ve Güney Kore yetkililerinden gelen açıklamalara göre 15 bin kilometrelik bir menzile ve ABD topraklarının tümünü vurabilecek kapasiteye sahip.
21 Aralık’ta açıklamalarda bulunan Kuzey Kore lideri Kim Jong Un, nükleer ile tahrik edildiği takdirde ülkesinin “tereddütsüz nükleer güç uygulama” politikası olduğunu belirterek “düşmanı caydıracak önleyici saldırılar yapmaya istekli bir savaş duruşunun barışın garantörü olduğuna” değindi.
Reuters yazarı Soo-hyang Choi, 2022’de nükleer silah kullanımını düzenleyen bir doktrini yasalaştıran Pyongyang hükümetinin yaklaşık bir yıldır önleyici nükleer saldırılarla ilgili tehditlerde bulunduğunu belirtiyor.
Washington-Seul hattı ise bu tehditleri aynı ölçüde karşılık vererek savuşturuyor. Beyaz Saray, 16 Aralık’ta yaptığı açıklamalarda, “nükleer bir saldırı Kim rejiminin sonu olur” ifadelerine yer verdi.
ABD-Güney Kore Nükleer Danışma Grubu’dan gelen bir açıklamada, “hızlı, ezici ve kararlı bir yanıtla karşılanacağı” ifade edildi.
KUZEY KORE NÜKLEER SALDIRIYA NE KADAR YATKIN?
Nükleer Silahların Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Kampanya (ICANW) adlı organizasyona göre KDHC yaklaşık 30 nükleer silaha sahip ve 21. yüzyılda nükleer silah denemesi yapan tek ülke olarak öne çıkıyor.
Susan Thornton ve Joel Wit, Japan Times’a yazdıkları yazıda; bu silahlanmanın gerilemeyeceğini, Kim’den gelen nükleer cephanelerin hızla genişletilmesi çağrısıyla bölgede tam boyutlu bir silahlanma yarışının yaklaştığını ve bölgenin bir “barut fıçısına” evrildiğini ifade ediyor.
Yazarlar, ABD ordusunun Pasifik merkezinde görevli generallerin “nükleer savaştan bir kötü karar uzaktayız” dediğini ve olası bir nükleer savaşın Kore Yarımadası ile sınırlı kalmayacağını aktarıyor.
Kuzey Kore’nin pazartesi günü yaptığı kıtalararası balistik füze denemesinin akabinde düzenlenen BM Güvenlik Konseyi toplantısında da bölgede tansiyonların yükseldiğine atıfta bulunuldu.
Toplantıda söz alan Rus elçi Anna Evstigneeva, artan gerginlikten sadece KDHC’nin sorumlu tutulmasını “tek taraflı bir yaklaşım” olarak eleştirdi.
Pyongyang ve Seul’ün agresif eylemlerini “savunma önlemi” kisvesi altında gizlemesinin tehlikenin yükselmesine katkıda bulunduğuna değinen Evstigneeva, ABD’nin bölgedeki varlığının “savaş hazırlığı” gibi göründüğüne dikkat çekti.
21 Aralık’ta Reuters’ta yayımlanan yazısında Josh Smith, Pyongyang’ın 2022’de yasalaştırdığı önleyici nükleer kullanma kararının ABD’nin nükleer silah kullanma pozisyonu ile benzeşen ifadeler barındırdığını belirtiyor.
Bu ifadeler ülkelerin çıkarlarının tehdit edilmesi halinde nükleer silah kullanımına başvurulabileceğini öngörüyor. Bu ifadeler muğlaklık barındırıyor ve uluslararası antlaşmalarla yasaklanmış önleyici saldırıları iç hukukunda meşrulaştıran KDHC’nin, Washington’un bölgede “savunma” amacı belirterek atacağı adımları değerlendirme biçimi bölgede topyekün bir nükleer savaş çıkmasına yol açabilir.
Bu bağlamda Japonya ve Güney Kore’nin de Pyongyang’ın nükleer tehdidine karşı, Thornton ve Wit’in yazdığına paralel olarak, meşru güvenlik endişeleri dolayısıyla silahlanmayı arttıracağı, bu ülkelerin milli gelirden savunma harcamalarına ayırdıkları payı yükseltecekleri ve ABD gibi ülkelerle askeri ortaklıklarının geliştirilmesine ağırlık verecekleri söylenebilir.