Uluslararası ilişkilerde geride kalan yüzyıl, gelenek ile gelecek arasında köprü oluşturuyor

Cumhuriyet 100’üncü yaşına girerken Türkiye, küresel siyasette önemli bir aktör olarak her geçen gün yerini sağlamlaştırıyor. Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 2023 ile “Türkiye Yüzyılı”na girerken geçmişinden güç alarak ilerlemeye devam ediyor.

Mansur Ali Bilgiç | [email protected]

Türkiye Cumhuriyeti, 100. yaşını kendinden önceki 16 Türk devletine dayanan sarsılmaz bir tarihten gelen Türk dış ilişkiler geleneğinin ilerletilerek devam ettirilmesiyle kutluyor.

Bu uluslararası ilişkiler geleneğinin Cumhuriyet tarihindeki bölümü yer yer çatışmaları zorunlu kılmışken çoğunlukla diplomatik başarının bir eseri olarak tezahür ediyor.

İçinde Büyük Taarruz ve Kıbrıs Barış Harekâtı gibi şiddet gerektiren durumlar ile Hatay’ın vatana katılması ve Tahıl Koridoru Antlaşması gibi diplomatik hüner örneklerini de içeren bu tarihin, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına rehberlik etmesi bekleniyor.

ATATÜRK DÖNEMİNDE DIŞ İLİŞKİLER

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde kurulan Cumhuriyet hem Birinci Dünya Savaşı’ndan hem de Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmıştı.

Bu savaşların sonuçları, Cumhuriyet’in kuruluşunda aslî rol oynadı. Birinci Dünya Savaşı ile gelen yenilgi ve manda düzenini kabul etmeyen Türk milleti, 4 yıl süren askeri ve diplomatik savaşımların neticesinde 1921’de Kars, Moskova ve Ankara Antlaşmaları’nı, 1923’te Lozan Antlaşması’nı imzalayarak bağımsızlığını tescil etti.

Bu antlaşmaları takiben 1926 yılında Irak-Türkiye sınırlarının belirlendiği Ankara Antlaşması İngiltere ile imzalanırken 1932’de İran Hükûmeti ile imzalanan Tahran Antlaşması, Türkiye-İran arasındaki hududun belirlenmesini sağladı. Aynı yıl Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne “başvuru yapmadan davet edilen tek ülke” sıfatıyla katıldı.

1934 yılında, yaklaşan yeni bir savaşa karşı önlem olarak Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ile karşılıklı sınırların korunmasının kararlaştırıldığı “Balkan Antantı” imzalandı.

1936’da akdedilen Montrö Sözleşmesi ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünün Ankara’ya bırakılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi toprakları üzerindeki egemenliğini resmiyete kavuşturdu.

Atatürk’ün vefatından bir yıl sonra gerçekleşmiş olsa da Hatay’ın tek kurşun atılmadan anavatana katılması da Atatürk’ün diplomasi trafiği sonucunda vuku bulduğu için bu dönemde değerlendirilir. 1939 yılında gerçekleşen birleşme, kurucu antlaşmalar gibi bir diplomatik zafer olarak değerlendirilir.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SÜRECİNDE DIŞ POLİTİKA

Çevresindeki ülkeler topyekûn bir küresel savaşın içine çekilmişken Türkiye’nin savaşın sonuna kadar tarafsızlığını koruması, başarıyla uygulanmış denge politikasının önemli bir örneğidir.

Türkiye bu dönemde Fransa, İngiltere, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Nazi Almanyası gibi başlıca muharip ülkelerle saldırmazlık paktları imzalama ve bu ülkelerle ilişkileri kesmeme yoluyla tarafsızlığını korumayı başarmıştır.

Türkiye, 1945 yılında Müttefikler’in safında savaşa girerek San Francisco Konferansı’na katılmaya ve Birleşmiş Milletler’in kurucu üyelerinden olmaya hak kazanmıştır.

1945 SONRASI VE DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE DIŞ POLİTİKA

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle NATO eksenindeki Batı Bloku ile Varşova Paktı çevresindeki Doğu Bloku arasında Soğuk Savaş başladı. Savaş sürecinde ve sonrasında SSCB’den Boğazlar başta olmak üzere önemli konularda baskılar hisseden Türkiye Cumhuriyeti, 1947 yılında Truman Doktrini ve Marshall Planı’ndan gelen yardımlar sayesinde Batı Bloku eksenine yönelmişti. Türkiye, bu iki kalkınma yardımı programından faydalanarak bu döneme kadar izlediği tarafsızlık politikasını terk etmişti.

Türkiye’nin Batı Bloku’na entegrasyonu Demokrat Parti iktidarı döneminde, Kore Savaşı sonrasında tamamlandı. Kore Savaşı’na asker göndermek suretiyle destek olan Türkiye, savaşın akabinde NATO’ya kabul edildi.

1950’lerin başında Soğuk Savaş’ın şiddetli bir biçimde devam ediyor olması ve SSCB’nin Balkanlar’da güçlenmesi bölgedeki güvensizliği artırmıştı. 1953 yılında artan gerginliğe yönelik bir iş birliği mekanizması olarak Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalandı. Bu pakt, 1954 yılında bir ittifaka ve savunma mekanizmasına dönüştü. Bu iş birliğinden 6-7 Eylül olaylarına kadar olan süreçte Türkiye-Yunanistan ilişkileri dostane biçimde seyretti.

Balkan Paktı’nın kurulmasına benzer sebeplerle 1954 yılında İngiltere’nin girişimleriyle Orta Doğu’da da bir savunma paktı oluşturuldu. Bağdat Paktı ya da Merkezi Antlaşma Örgütü (CENTO) adıyla bilinen bu pakt, Irak, İran, Türkiye, Birleşik Krallık ve Pakistan’dan oluşan bir bölgesel savunma örgütüydü.

1955 yılında Kıbrıslı Rum terör örgütü EOKA’nın adayı Yunanistan ile birleştirme yönündeki faaliyetlerine başlamasıyla Kıbrıs sorunu İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında gündeme geldi. Kesin bir çözüme ulaşılması için süren görüşmelere Yunan tarafı enosis, Türk tarafı ise taksim tezinden vazgeçti. Bundan hareketle bu üç ülkenin garantörlüğünde 1960’ta bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.

1959 yılında yeni kurulmuş Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) da başvuru yapılmıştır. AET ile ortaklık için Ankara Antlaşması 1963’te imzalanmış, 1964’te yürürlüğe girmiştir. Başvurunun kabulünün gecikmesinde 1960 yılında gerçekleşen askeri darbe etkili olmuştur. Ankara Antlaşması ile Türkiye, gümrük birliğine dâhil olmuştur.

1960-80 DÖNEMİNDEKİ GELİŞMELER

Bu dönem Soğuk Savaş’ın yumuşama evresine girdiği dönem olarak karakterize edilir ancak 1962’de savaşın en zorlu günlerinden olan Küba Füze Krizi yaşanmıştır. Bu kriz, ABD’nin Türkiye ve İtalya’ya Jüpiter füzeleri yerleştirmesine karşılık olarak SSCB’nin Küba’ya nükleer füzeler konuşlandırmasından ortaya çıkmıştır. Kriz giderildiğinde, Türkiye’de Washington’a olan güven sarsılmıştı ve Soğuk Savaş’ın gidişatından da yararlanılarak Türk dış politika stratejisinin çeşitlendirildiği bir döneme girildi.

1963’te yaşanan Kanlı Noel saldırılarının ardından Türk hükûmeti, Kıbrıs yetkililerine askeri müdahale gerçekleşebileceğini belirten bir uyarı mesajı gönderdi. Türkiye müdahaleye hazırlandığı sırada ABD Başkanı Lyndon Johnson’dan gelen bir mektup müdahalenin ertelenmesine neden oldu. İnönü hükûmetinin bu mektuba verdiği cevap, Türkiye’nin dış politikada daha özerk davranacağına ilişkin bir bildiri niteliğindeydi. Buna uygun olarak ABD’nin Vietnam’da kuvvet kullanma girişimi desteklenmedi, Çok Taraflı Nükleer Güç programına katılınmadı, ticaret ortaklarının sayısı artırılmaya çalışıldı.

1965’li yıllardan itibaren SSCB ile de ikili ilişkilerde bir düzelme görüldü. Bu dönemde Moskova ile yapılan antlaşmalar sonucunda Sovyetler Birliği Türkiye’de fabrikalar açılmasına destek oldu.

1960’ların sonunda ABD’de gençler arasındaki uyuşturucu kullanımının yaygınlaşmasıyla Türkiye’de afyon ekiminin durdurulması istendi. 1971’de gerçekleşen askeri muhtıradan sonra göreve gelen Nihat Erim, nakit para karşılığında haşhaş üretiminin durdurulması konusunda ABD hükûmetiyle anlaştı. Üreticileri zarara uğratan bu yasağa 1974 yılında Bülent Ecevit hükûmeti tarafından son verildi. Washington ise yasağın kaldırılmasına tepki olarak Türkiye’ye ambargo uyguladı.

Aynı yıl, Kıbrıs’ta gerçekleşen darbe sonucu yönetime enosis destekçisi Nikos Sampson’un geçtiği haberini alan Türk hükûmeti, garantörlük yetkisini kullanarak adadaki Türk nüfusun güvenliğini sağlamak için Kıbrıs Barış Harekâtı’nı düzenledi. Harekâtta ABD silahları kullanıldığı için, Amerikan Kongresi’nden yeni ambargo ve yardımların durdurulması kararları çıktı. Harekâtın sonucu olarak 1975 yılında Kıbrıs Adası’nın kuzeyinde Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu.

1970’te AET’ye katılım için Katma Protokol imzalandı ve protokol 1937 yılında yürürlüğe girdi. AET, Türkiye’ye belirli ürünlerdeki gümrük vergisini sıfırlaması için 22 yıl süre tanıdı, ancak 1980 darbesiyle ilişkiler resmen askıya alındı.

1980-91 DÖNEMİ

Bu dönem yine bir askeri darbeyle başladı. 12 Eylül 1980 darbesi ile Devlet Başkanlığına Kenan Evren getirildi. Askeri yönetimin sürdüğü dönem, ABD ile ilişkilerin iyileşmesinde rol oynadı.

1983 yılında sivil idareye geri dönüldü. Bu yıl aynı zamanda Kıbrıs Türk Federe Devleti feshedilerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu. Kıbrıs meselesi, Yunanistan ile ikili ilişkilerin gergin seyretmesine yol açtı. Türkiye-Yunanistan ikili ilişkilerinde Kıbrıs meselesi, diğer birçok mesele ile birlikte varlığını korumaktadır.

1980’li yıllar, Türkiye’nin ASALA ve PKK gibi terör örgütlerinin artan eylemleriyle mücadele ettiği yıllar olmuştur. 1983’te Irak ile imzalanan Sınır Güvenliği Antlaşması ile Türkiye, Bağdat makamlarını bilgilendirmek suretiyle Irak sınırları içerisinde operasyon düzenleme hakkını kazandı. ASALA’nın aktiviteleri 80’li yılların sonuna doğru tükenmesine rağmen, PKK’nın terör faaliyetleri hâlen devam etmektedir.

Bu konuya paralel olarak Irak-İran savaşının 1988’de sonlanması ile bölgede hezimete uğrayan Kürtlerin Türkiye’ye sığınmacı olarak gelmesiyle bir mülteci sorunu yaşandı ve Irak ile iyi giden ilişkiler bozuldu.

1987 yılında Avrupa Topluluğu’na tam üye olarak katılmak için resmî başvuruda bulunuldu ancak 1989 yılında bu başvuru “Türkiye’nin Topluluğa katılmak için ekonomik, sosyal ve siyasi olarak gelişmesi gerektiği” neden gösterilerek reddedilmiştir.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEM

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeni bir uluslararası düzene geçildi ve Avrupa ile Asya’da yeni ülkeler kuruldu. Özellikle Kafkasya ve Orta Asya’da kurulan Türkî Cumhuriyetler ile ilişkiler hızla tesis edildi ve üst düzeye çıkarıldı.

Bu dönemde Türkiye’nin NATO’daki rolü de Orta Doğu ve Balkanlar’da yaşanan çatışmalar nedeniyle sağamlaşmıştır. Türkiye’nin 1999’da Kosova Savaşı’nda kurulan Kosova Barış Gücü’ne (KFOR) ve Bosna’daki Uygulama Gücü’ne (IFOR) asker göndermesi, NATO’daki konumunu kanıtlayıcı bir niteliktedir.

1995 yılında Avrupa Birliği (AB) ile süren müzakereler sonuç vermiş, Gümrük Birliği 1996’da yürürlüğe girmiştir. 1999’da gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde ise Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmıştır.

AK PARTİ DÖNEMİ DIŞ POLİTİKASI

AK Parti iktidarının ilk yıllarında AB’ye tam üyelik görüşmeleri dış siyasete hâkimdi. 2001’de imzalanan Katılım Ortaklığı Belgesi’nin ardından 2005’te Lüksemburg’da yapılan zirvelerle Türkiye, resmen tam üyelik müzakerelerine başladı. Türkiye ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında bulunan sorunlar ile üyelik kriterleri gibi nedenlerden ötürü üyelik görüşmeleri 2019 yılında askıya alındı.

Bu dönemde öncekilerden farklı olarak kamu diplomasisi alanına önem verildi. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Türk Kızılayı, Maarif Vakfı, Yunus Emre Enstitüsü, TRT1 gibi kurumlar aracılığıyla Türkiye, Türkçe ve Türk kültürü küresel çapta tanıtıldı.

2009’da İsviçre’nin Davos kentinde Dünya Ekonomik Forumu paneline katılan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, toplantı sırasında sözünün kesilmesi ve kendisine panelin diğer katılımcısı İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e tanınan kadar süre tanınmaması nedeniyle sert tepki göstererek paneli terk etti. Bu durum, kamuoyunda geniş yankı buldu.

Terörle mücadeleye ağırlık verilen bu dönemde Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekâtı gibi sınırötesi operasyonlar gerçekleştirildi.

Dış politikada çeşitlilik ilkesiyle hareket edildi. NATO ve AB gibi Batı kökenli organizasyonların yanı sıra Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS, Afrika Birliği gibi farklı bölgesel örgütlerle iş birlikleri artırıldı. Türk Dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesi için de ek çaba sarf edildi ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi örgütler yoluyla ortaklıklar geliştirildi.

Bölgesel çatışmalarda diplomatik öncülük ve ara buluculuk çalışmaları gerçekleştirildi. Suriye’de barışın tesisi için Moskova, Şam ve Tahran yetkilileri ile dörtlü mekanizma toplantıları gerçekleştirildi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında oluşan küresel tahıl arzı krizi, Türkiye’nin uzlaştırıcı rol üstlenmesiyle çözüldü.

Bölgesel bir güç olan Türkiye, çevredeki çatışmalarda da aktif rol üstlendi. Libya’daki iç savaşta Birleşmiş Milletler nezdinde meşruiyeti bulunan Ulusal Mutabakat Hükûmeti desteklendi.

Dünya standartlarına uyumlu hâle gelen savunma sanayisinin ürünleri küresel ilgi topladı. İkinci Karabağ savaşı, Ukrayna savaşı, Libya iç savaşı gibi savaşlarda kullanılan teçhizat dünyanın dört bir yanından talep gördü.

İlişkilerin bozuk olduğu Mısır, Ermenistan gibi komşu ülkelerle diplomasi yoluyla ilişkilerin normalizasyonuna çalışıldı. Mısır ile ilişkiler olağan seyrine döndürüldü, sürecin devam ettiği Ermenistan ile de uçuşlar yeniden başlatıldı.

Dünyanın millî gelire oranla en çok yardım yapan ülkesi konumunda olan Türkiye Cumhuriyeti, girişimci ve insani dış politika stratejisi ve ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde yurtta ve dünyada barış şiarıyla ikinci yüzyılına giriyor.