Polonya’da Donald Tusk’ın başbakanlığa gelişi, Varşova-Brüksel hattında tansiyonu düşürecek
Polonya’da parlamentonun Donald Tusk’a yeni bir koalisyon hükümeti kurma yetkisi vermesiyle ülkede yeni bir dönem başladı. Tusk’ın başbakanlık koltuğuna oturmasının ardından Polonya’nın iç ve dış politikasında birçok değişimin olması bekleniyor. Mateusz Morawiecki döneminde sık sık gerilen Polonya-AB hattında tansiyonun düşeceği öngörülüyor. Peki, Donald Tusk’ın başbakanlığa oturmasının ardından Polonya’da neler değişecek?
Hüseyin Can TOPKAYA
Donald Tusk başbakanlığındaki yeni hükümet, Cumhurbaşkanı Andrzei Duda’dan onay almasının ardından göreve başlayacak.
Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi’nin (PiS) sekiz yıllık iktidarı döneminde iç ve dış politikada çeşitli sorunlar yaşanmıştı. Mateusz Morawiecki başbakanlığındaki hükümet, özellikle Avrupa Birliği ile birçok konuda karşı karşıya gelmişti.
Morawiecki hükümetinin; basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi konulardaki uygulamaları Brüksel yetkilileri tarafından sık sık eleştirildi.
AB’nin “Hukukun Üstünlüğü 2021” raporunda, Polonya’da yargı bağımsızlığının tehdit altında olduğu ve bunun endişe verici olduğu kaydedilmişti.
Polonya Anayasa Mahkemesi ise 7 Ekim 2021 tarihinde aldığı kararda, ülkenin ulusal yasalarının bazı AB yasalarından önce geldiğini belirtmişti.
Kararda, “Avrupa Adalet Divanı’nın Polonya adalet sistemine müdahale çabaları hukukun üstünlüğü ilkesini, Polonya anayasasının üstünlüğü ilkesini ve ayrıca Avrupa entegrasyonu sürecinde egemenliğin korunması ilkesini ihlal etmektedir” denilmişti.
Avrupa Komisyonu ise Varşova hükümetine karşı AB hukukunun üstünlüğü ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle yasal süreç başlatmıştı.
Brüksel’e tepki gösteren Morawiecki; AB’nin doğu sınırlarını Litvanya ve Letonya ile birlikte Polonya’nın koruduğunu, ülkesinin AB’ye ekonomik kazanımlar getirdiğini ve Polonya halkının çoğunluğunun AB üyeliğine destek verdiğini açıklamıştı.
24 Şubat 2022’de Ukrayna savaşının başlamasının ardından AB ile Morawiecki hükümeti arasındaki tansiyon daha da yükselmişti. Almanya ve Fransa’yı Ukrayna’ya gerekli desteği vermemekle suçlayan Morawiecki yönetimi; ABD ve İngiltere ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerini güçlendirmişti.
Morawiecki yönetimi, Berlin ve Paris’i Rusya’ya karşı ılımlı davranmakla suçladı. Rusya’nın Doğu Avrupa’da daha fazla yayılabileceğini düşünen PiS, Batı Avrupa ülkeleriyle sık sık tartışma yaşadı.
Morawiecki yönetiminin İngiltere ve ABD ile askeri ilişkilerini geliştirmesi de Brüksel tarafından yakından takip edildi.
30 Eylül 2022’de ABD Kongresi, Yabancı Askeri Finansman Programı çerçevesinde Polonya’ya 288.6 milyon dolarlık fon ödemesi kararı aldı. 7 Aralık 2022’de ise Washington, M1A1 Abrams tankıyla diğer araçların ve mühimmatın Varşova’ya satılmasını içeren 3 milyar 750 milyon dolarlık anlaşmayı onayladı.
Ekim 2022’de İngiltere ve Polonya, 3 Arrowhead-140 fırkateyninin tedariki konusunda işbirliği yapmaya karar verdi. 17 Mart 2022’de Londra hükümeti, Polonya’yı Rusya saldırılarına karşı korumak için ülkeye Sky Sabri hava savunma füze sistemi ve 100 askeri personel göndereceğini duyurdu.
Ocak ayında ise Almanya’nın Leopard 2 tanklarının Ukrayna’ya verilmesinde kararsız kalması, Morawiecki hükümetinden çok sert tepki görmüştü.
Öte yandan Morawiecki yönetiminin kürtaj yasağı ve hamilelik kaydı kararları da Avrupa Birliği tarafından sert bir şekilde eleştirilmişti. Morawiecki hükümetinin ülkedeki doktorların yaşanan bütün hamilelikleri kayıt altına almasını sağlayan yasayı yürürlüğe geçirmesinin ardından insan hakları kuruluşları; kürtajı tamamen yasaklayan Varşova hükümetinin kadınları gözaltında tutmaya çalıştığını ve bu kararın son derece yanlış olduğunu açıklamıştı.
PiS partisi ise Brüksel’in itirazlarına rağmen bu kararın halk sağlığı ve vergilerin toplanması ile ilgili olduğunu savunmuştu.
Morawiecki yönetiminin LGBT haklarını ülkenin dini değerlerine ve ulusal kimliğine bir tehdit olarak görmesi ve eşcinsel evliliklerin yaşanmasına karşı söylemlerde bulunması; Brüksel-Varşova hattında tansiyonun yükselmesine neden olan bir diğer etken olarak öne çıkıyordu.
Mateusz Morawiecki liderliğindeki iktidarın Avrupa Birliği ile yaşadığı sorunlar ‘Polexit’ kavramının gündeme gelmesine sebep olmuştu. Polonya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılmasını ifade eden Polexit, uzun süre uluslararası kamuoyunda tartışılmıştı. Avrupa Birliği yanlısı halk kitleleri sokaklara dökülerek Morawiecki yönetiminin politikalarını protesto etmişti.
DONALD TUSK İLE VARŞOVA-BRÜKSEL HATTINDA YENİ SAYFA AÇILIYOR
Mateusz Morawiecki liderliğindeki PiS, seçimde birinci çıkmasına rağmen tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşamadı. Diğer partiler ise PiS ile koalisyon hükümeti kurmayı kabul etmedi. Morawiecki’nin Pazartesi günü gerçekleştirilen güvenoyunu kaybetmesinin ardından Tusk’ın iktidara dönmesi kesinleşti.
Tusk, 2007-2014 yılları arasında Polonya’da başbakanlık görevinde bulunmuştu. Tusk daha önce Avrupa Konseyi Başkanı olarak da görev yapmıştı.
BBC Türkçe’nin aktardığına göre, ekim ayında gerçekleştirilen seçimlerde Tusk’ın AB yanlısı koalisyonu Meclis çoğunluğunu kazandı ve bu koalisyonda Sivil Koalisyon (KO) partisi ile birlikte Üçüncü Yol ve Sol partiler de bulunuyor.
Tusk yönetimi, Morawiecki döneminde sistematik olarak zayıflatıldığını düşündüğü yargının bağımsızlığını yeniden tesis etmeyi vadediyor.
Tusk’ın, “Hukukun üstünlüğünü mümkün olduğunca yeniden tesis edecek bir dizi tedbir üzerinde çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
Donald Tusk, Avrupa Birliği’nin hukukun üstünlüğüne ilişkin kaygılar nedeniyle vermeyi reddettiği Polonya için ayrılan 36 milyar euroluk fonların blokesini kaldıracağını söyledi.
Tusk’ın bir diğer vaadi ise 2020 yılında bir mahkeme kararıyla neredeyse tamamen yasaklanan kürtajın serbest bırakılması. Tusk, LGBT bireylere yönelik korumaların güçlendirileceğini dile getirdi.
Donald Tusk’ın başbakanlığa gelişiyle birlikte, Polonya’nın önümüzdeki dönemde Avrupa Birliği ile ilişkilerini güçlendirmesi ve sorunların çözümü için çalışmalarını artırması bekleniyor. Polonya’nın son dönemde İngiltere ve ABD ile geliştirdiği siyasi ve askeri ilişkilerin Tusk yönetimiyle birlikte nereye evrileceği bilinmiyor.
Tusk’ın, Ukrayna’ya yönelik askeri ve ekonomik destek konusunda Morawiecki hükümeti gibi istekli olmayacağı düşünülüyor. Daha çok Polonya ve Avrupa Birliği içindeki sorunlara yoğunlaşması beklenen Tusk’ın, Rusya karşısında Brüksel yanlısı bir politika izleyeceği öngörülüyor.
Tusk’ın; son yıllarda AB ile yaşanan kürtaj, LGBT ve anayasa problemlerine öncelik vermesi, bu konularda hızlı adımlar atarak Brüksel ile ilişkilerini güçlendirmesi bekleniyor.
Hollanda’da aşırı sağcı Wilders’in, İtalya’da AB karşıtı söylemleriyle dikkat çeken Meloni’nin, Slovakya’da milliyetçi politikalarıyla ön plana çıkan Fico’nun ve Macaristan’da uzun yıllardır Rusya yanlısı politikalarıyla bilinen Orban’ın iktidarda olduğu Avrupa’da Tusk’ın iktidara gelişi; Brüksel tarafından çok olumlu karşılanıyor.
Tusk’ın göreve gelmesiyle birlikte Brüksel’in Doğu Avrupa’da yeniden söylem üstünlüğünü ele geçireceği belirtiliyor.
Ancak Tusk yönetiminin önümüzdeki dönemde en büyük engellerinden biri Cumhurbaşkanı Duda olabilir. Duda, güvenoyu alma umudu olmamasına rağmen Morawiecki’yi hükümeti kurmakla görevlendirmişti. 2025 yılına kadar görevde kalacak olan Duda, Tusk’ın planlarını engellemek için yetkilerini kullanabilir.
BBC’nin aktardığına göre, parlamento tarafından onaylanan yasa tasarılarının yasalaşması, Cumhurbaşkanı Duda’nın imzasına bağlı. Duda, Tusk’ın geçirmek istediği yasaları veto edebilir. Bu durum ise önümüzdeki dönemde Polonya iç siyasetinde dengeleri değiştirebilir.