Küresel Göçün Katalizörü: Kuraklıklar

İklim değişikliği; Dünya’nın ekosistemleri ve insan toplumları için geniş kapsamlı sonuçlar barındırıyor ve günümüzde insanlığın karşı karşıya olduğu en acil sorunlardan biri olarak ortaya çıkıyor. İklim değişikliğinin birçok olumsuz etkisinden biri olan kuraklıklar, dünyanın çeşitli bölgelerinde giderek daha sık ve şiddetli hâle geliyor. Artan kuraklıklar, ani ve yoğun göçlerin de çoğalmasına yol açıyor.

Mansur Ali Bilgiç - [email protected] 

İklim değişikliği, kuraklığın tek sebebi olmamakla birlikte kuraklıkların artışında direkt olarak rol oynayan en önemli faktörler arasında yer alıyor.

İklim değişikliğinin sonuçlarından olan artan sıcak hava dalgaları, değişen yağış dağılımları, artan buharlaşma, su kaynaklarının azalması gibi faktörler, kuraklıkların artan oranlarla ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor.

Uzun süreli ve süreleri gittikçe uzayan kuraklık dönemleri sadece tarımı, su kaynaklarını ve ekosistemleri tehdit etmekle kalmıyor; aynı zamanda insan göçünün de çok yüksek oranlarda artmasına yol açıyor.

International Migration Review adlı bilimsel bir dergide 2022’de yayımlanan bir çalışmaya göre, iklim değişikliğine karşı alınan güncel önlemler setini belirten Paris Anlaşması’nın uygulanması hâlinde bile kuraklıklar, toplu göçleri yüzde 200 oranında arttırabilir.

Paris Anlaşması’nın uygulanması, güncel enerji tüketiminden uzaklaşıldığı optimistik bir senaryoyu belirtiyor.

Bilim insanlarının kullandığı modele göre, enerji kullanımının iklim değişikliği ile mücadele için optimize edilmediği bir enerji senaryosunda ise göçlerin yüzde 500 oranında artması bekleniyor.

Bu, günümüzde yerinden edilen her 1 insan için yakın gelecekte 6 insanın göç etmesi gerekeceği anlamını taşıyor.

Göçlerin iklim değişikliği sebebiyle bu oranda artması; bölgede yaşayan ve bölgeye göçen insanların göçten kaynaklı karşılaşacağı psikolojik, sosyal ve tıbbi sorunların yanı sıra barınma, beslenme, altyapı sorunları gibi problemleri de beraberinde getirme tehdidinde bulunuyor.

DÜNYA TEHLİKEDE

Kuraklık kaynaklı göçler, geleceği tehdit eden senaryolar olmaktan çıkarak içinde yaşadığımız gerçekliğin bir parçası olmuş durumdalar.

“Afrika Boynuzu” olarak adlandırılan kıtanın en doğu ucu, bölgede yaşanılan kuraklıklar sebebiyle 2011 yılında yaşanan yoğun göçlere sahne olmuştu.

Uluslararası Göç Organizasyonu; kuraklıklardan dolayı yaşanan nüfus hareketlerinin sadece mülteci ve sığınmacıları değil, göçmek dışında başka seçeneği olmayan çiftçiler gibi kişileri de etkilediğini açıklamıştı.

Somali, Kenya, Etiyopya ve Cibuti’de yaşayan kişiler bu dönemde vuku bulan kuraklıklardan etkilenmiş ve göçmek zorunda kalmışlardı.

Bu bölgenin iklimsel yapısı ve bölgedeki tarımın karakteristik özellikleri, bu alanı kuraklıklara karşı özellikle yatkın kılıyor.

Abrahm Lutsgarten; 2020 yılında NY Times’da yayımlanan bir yazısında, dünyanın yüzde 1’inin sıcaklıktan dolayı yaşanılamaz olduğunu, bu alanların 2070’e kadar dünyanın yüzde 19’unu kaplayacağını belirtmişti.

Bu durum, yeryüzünün beşte birine yakın bir kısmının yaşanılamaz ve tarım yapılamaz hâle geleceği anlamına geliyor.

Hâliyle, yoğun insan gruplarının yaşadıkları alanları terk ettiği durumlarla karşı karşıya kalınacak.

Kuraklığın neden olduğu göç, yerinden edilen bireylerin daha iyi imkanlara sahip şehirlerde fırsat arayışına girmesi nedeniyle hızlı kentleşmeye yol açabilir.

Ancak bu kırsal göçmen akını kentsel altyapıyı, konutları ve kaynakları zorlayarak sosyal gerilimleri ve eşitsizlikleri daha da kötüleştirebilir.

Göç sonrası yerleştikleri şehirde sıfırdan başlaması gerekecek insanlar, şehrin eteklerinde yer alan düzensiz yapılaşmalara ve yoksulluğa itilebilir. Bu durum, yerleşik ve göçmen gruplar arasındaki kültürel ve sınıfsal tansiyonların artmasına yol açma riskini taşıyor.

Göç alan bölgelerde nüfus yoğunluğunun artması ve tarım arazilerinin yok olması; küresel ölçekte altyapı sorunları, gıda krizleri, kültürel çatışmalar gibi sorunları beraberinde getirecek.

Afrika’dan binlerce kilometre uzakta, Pasifik Okyanusu’nda bir takımada ulusu olan Tuvalu da yükselen deniz seviyelerinden ötürü sulara gömülme tehlikesiyle yüzleşiyor.

Bir kültürün tamamen yok olması demek olan bu çöküş, Tuvalu’nun adalarında yaşayan yaklaşık 15 bin kişinin de mülteci statüsüne düşeceğine işaret ediyor.

Tuvalu yönetimi, kültürel yok oluşu bir nebze önlemek için metaverse içinde ülkenin sanal bir kopyasını yapma fikrini ele aldı.

Tuvalu Adalet, İletişim ve Dışişleri Bakanı Simon Kofe, ilim değişikliği konferansı COP27’de verdiği demeçte, “Tuvalu, dünyada sadece siber uzayda var olan ilk ülke olabilir. Ancak küresel ısınma kontrol altına alınmazsa bu duruma düşen son ülke olmayacak” açıklamasında bulunmuştu.

Tuvalu ve Afrika Boynuzu, kötü gidişat için yalnızca örnek teşkil ediyor. Birleşmiş Milletler Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2022 yılında yayınladığı bir rapor; her yıl yaklaşık 22 milyon kişinin doğal afetler yüzünden yerinden edildiğini, bu sayının önümüzdeki 30 yıl içinde 143 milyonu bulabileceğini gözler önüne seriyor.

EPİLOG

Kuraklıklar devam ettikçe ve şiddetlendikçe, topluluklar geleneksel yaşam biçimlerini sürdüremeyecekleri acı durumlarla yüz yüze gelebilirler.

Bazı durumlarda insanlar su, gıda ve barınak gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için evlerini terk etmek zorunda kalan “iklim mültecileri” hâline gelebilir.

Kuraklık, su ve gıda teminini imkânsızlaştıran en önemli unsurlar arasında yer alır ve iklim değişikliği, kuraklığın yaşanma sıklığını ve şiddetini arttırır.

İklim kaynaklı yerinden edilme, bireylerin ve ailelerin kendi ülkeleri içinde yer değiştirmelerine veya daha yaşanabilir bölgelere sığınmak için sınır ötesinde tehlikeli yolculuklara çıkmalarına neden olabilir.

İklim değişikliğinin temel nedenlerinin ele alınması ve sürdürülebilir uyum stratejilerinin benimsenmesi; kuraklıkların şiddetinin azaltılmasına, geçim kaynaklarının korunmasına ve iklim kaynaklı göç ihtiyacının azaltılmasına yardımcı olabilir.

Uluslararası iş birliği, dirençli topluluklara yatırım ve adil iklim politikaları; insanların yerinden edilmesinin en aza indirildiği ve iklim değişikliğinin etkilerinin aktif bir şekilde yönetildiği bir geleceğin inşası için gereklidir.