DSÖ, Covid-19'u saklaması için Çin'e yardım etti mi?
Koronavirüs için henüz net bir yanıt bulamayan bilim insanları, virüsün ilk görüldüğü Çin ve pandemi sürecinde aldığı kararlar ile tartışmalara neden olan Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) odaklandı. Peki, Wuhan'da görülen vakaları bildirmemekle suçlanan Pekin yönetimi DSÖ'den yardım aldı mı? Dünya Sağlık Örgütü tehdit edildi mi? DSÖ Covid-19'u sakladı mı?
İlkay YAPRAK - Intell4
Dünya, koronavirüs (Covid-19) pandemisi ile birlikte yeni bir resmi kurumla daha tanıştı demek yanlış olmaz. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Covid-19’un tespit edildiği ilk günden itibaren uluslararası arenada en fazla takip edilen resmi kaynak. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus ise eleştirilerin odağında.
İlk kez 1980 yılında, Marksist-Leninist bir askeri cunta olan Derg’in yönetimi sırasında mikrobiyolog olarak ülkesinde çalışmaya başlayan Tedros Adhanom Ghebreyesus, hükümetin düşmesi ile birlikte eğitimini tamamlamak üzere Londra’ya gitti. 2001 yılında ülkesine dönen Ghebreyesus’ün 2005-2012 yılları arasında sağlık bakanı ve 2012-2016 yılları arasında dışişleri bakanlığını sürdüğü sırada hakkındaki iddialar oldukça fazla.
Ghebreyesus’un göreve başlamasının ardından şaibe iddiaları da peş peşe geldi. DSÖ direktörü Ghebreyesus’un Etiyopya hükümetinin baskıcı kanadını temsil ettiği görüşü henüz göreve gelmeden önce de kulislerde konuşulmaya başlandı.
Dünya kamuoyunda Sağlık dünyasının ‘rock yıldızı’ olarak nitelendirilen Tedros Adhanom Ghebreyesus, Etiyopya’da Sağlık Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerini üstlenmesinin ardından Dünya Sağlık Örgütü 2017 yılında direktörlüğüne geldi.
Margaret Chan Fung Fu-chun'un yerine DSÖ direktörü koltuğuna oturan Ghebreyesus, Çin Komünist Partisi’nin sözcüsü olmakla itham ediliyor. İyi finanse edilmiş bir seçim kampanyası yürüten ve dünyanın dört bir yanından sağlık bakanlarının oyları ile seçilen DSÖ direktörünün adaylığı öncelikle Afrika Birliği ve Andrew Mitchell tarafından onaylandı. Fakat bu onaylama Etiyopya’da da geniş yankı buldu.
Ghebreyesus’un göreve başlamasının ardından sosyal medya ağı Twitter’da #Ethiopia ve #NoTedros4WHO etiketleriyle başlayan kampanyalar, DSÖ direktörünün silahlı örgüt yöneticisi olduğu iddiaları ile zirveye tırmandı. İddiaların birçoğu yalanlasa da Rusya ve Zimbabwe gibi çelişkiler, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki yardım görevlilerine karşı yeni cinsel istismar ve sömürü iddiaları DSÖ direktörününün bugüne de uzanan söylemler olarak karşımıza çıkıyor.
Zira DSÖ direktörü Ghebreyesus, 2006, 2009 ve 2011 yıllarında ülkesindeki kolera salgınını ört bas etmek ile suçlanıyordu. Tom Frieden ve Gates Vakfı tarafından desteklenen Ghebreyesus’un yalnızca kolera salgınını ‘akut sulu ishal’ olarak lanse etmekle kalmamış aynı zamanda iddialara göre HIV, sıtma, tüberküloz ve verem ile mücadele eden ülkede muhalifler rakamların kasıtlı olarak gizlendiği görüşünde.
Dünya 2019 yılında yeni tip koronavirüs (Covid-19) ile tanışırken, DSÖ direktörü Ghebreyesus da hem Çin ile ilişkileri hem de pandemi sürecindeki kararları ile sık sık gündeme geldi.
İlk kez 2019 Aralık ayında Çin’in Hubei Eyaleti’ne bağlı Wuhan’da zatüre vakalarının bildirilmesi ile ortaya çıkan SARS-CoV-2, kısa sürede dünyayı etkisi altına aldı ve tam kapanma tedbirlerini de beraberinde getirdi.
168 milyon insanı enfekte eden virüs, 3,49 milyon kişinin de hayatını kaybetmesine neden oldu. Ülkeler hem sağlık hem de ekonomik tedbirler art arda sıralarken tüm gözler Dünya Sağlık Örgütü’ne çevrildi. Fakat DSÖ hem tedbirler noktasında hem de virüsün seyrini tespit noktasında oldukça geç kaldı.
2020 yılının Kasım ayında sızan kurum içi kayıtlara göre, ocak – nisan ayları arasında DSÖ direktörü pandeminin başından bu yana ülkelerin koronavirüs ile ilgili yanlış politikalarından dolayı küresel bir felaket ile karşı karşıya kaldığımızı savunuyorken bu durum aynı zamanda virüsün seyri için bir ‘fırsat’ olarak görülüyordu.
Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren ve ülkelere herhangi bir yaptırım gücü bulunmayan DSÖ’ye ilk tepki pandeminin ilk aylarında dönemin ABD Başkanı Donald Trump’tan gelmişti. Mart 2020’de DSÖ ile ilişkilerini sonlandırdıklarını açıklayan Trump dünya kamuoyunda sık sık eleştirildi. Fakat Trump’ın yerine başkanlık koltuğuna oturan Biden döneminde bu kararın yeniden gözden geçirileceği beklentisi yüksekti.
Trump’ın Covid-19 için kullandığı ‘Çin virüsü’ tanımı ırkçılık tepkilerinin odağında yer alırken 29 Ocak’ta Xi Jinping DSÖ direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus ile görüştü.
3 Şubat tarihinde Covid-19 nedeniyle ilk ölüm doğrulandı ve aradan geçen sürede henüz koronavirüs ‘pandemi’ olarak ilan edilmemişti.
DSÖ’nün maske kullanımı, karantina, seyahat gibi kritik kararları ölüm sayısı 300’lere tırmanmasının ardından geldi. Bu sürede hem Donald Trump hem de Mike Pompeo sık sık DSÖ direktörünün Çin tarafından desteklendiğini ve karşılıklı ilişkileri dolayısıyla Ghebreyesus’un bilgi saklandığını iddia etti.
Bir milyon kişinin imzaladığı dilekçeye rağmen Ghebreyesus ‘istifa’ çağrılarına karşın görevinde kaldı ve hakkındaki iddiaları yalanladı. Bu süre içerisinde 5 milyon kişinin Wuhan ayrılmasına izin verildi ve Çin, ilk kapanma kararının ardından ülkesinin normale döndüğünü iddia ederken ABD, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde binlerce kişi virüsün etkisiyle hastanelerde kendisine yer arıyordu.
Hem Tedros hem de WHO pandeminin başından bu yana şeffaflığı ile Pekin yönetimini övmeye devam etti. Oysa gerçekte yaşananlar pek de görüldüğü gibi değildi. Çin’de yaşayan kişilerin sosyal ağlar aracılığı ile gerçekleri anlatması yasaklanıyor, ülkelerine bilgi verenler sınır dışı ediliyor, virüse ilişkin haber yapan gazeteciler ya kayboluyor ya da ölü bulunuyordu. Tüm dünya ülkeleri Çin’in rakamları manipüle ettiği konusunda hem fikir olması da WHO direktörü Tedros’u ikna etmeye yetmedi.
Kimi yayın kuruluşları, ABD-Çin rekabeti arasında sıkışan Tedros Adhanom Ghebreyesus’un Çin Komünist Partisi’nden aldığı bağışlar dolayısıyla pozitif ayrımcılık yapmış olabileceğini savundu. Çin’in virüsü kasten yayması da dahil olmak üzere birçok iddia basında sık sık yer almaya devam etti. Son olarak, Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından hazırlanan ve ABD merkezli Newsweek’ta yayınlanan makaleye göre, Pekin yönetimi, Covid-19 ortaya çıktıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü’nü (DSÖ) tehdit etti.
DSÖ’nün küresel çapta bir pandemi ilan etmesinin önüne geçmeye çalışan Çin, iddiaya göre iş birliği yapmayı bırakacakları tehdidinde bulundu. Oysa zaten DSÖ, virüsün tespit edilmesinden aylar sonra küresel pandemi için alarm vermişti.
New York Times’ta yayınlanan bir araştırmaya göre, Çin’deki kapanma tedbirleri bir hafta, iki hafta veya üç hafta önce alınsaydı, vakalar sırasıyla yüzde 66, yüzde 86 ve yüzde 95 oranında azaltılabilirdi.
Asemptomatik vakaların Covid-19 sürecindeki rakamlara sonradan yansıtılması ve sağlık politikaları nedeniyle başta Çin olmak üzere birçok ülkenin verilerinde şüpheler tespit edildi. Çin’de bu kişilerin rapor edilmemiş olması, gizli hükümet verileri ile South China Morning Post raporunda kendisine yer buldu.
Hubei Daily, Çin'in Hubei Eyaletindeki bir gazetede yayınlanan rapora yer vererek WHO-Çin ortak ekibinde yer alan Çinli bir uzmanın tavrını ‘sorumsuzluk’ olarak nitelendirdi.
Covid-19 pandemisinin ilk döneminde hidrosiklorokin önerilmesi de eleştirilen bir diğer husus oldu. The Scientist ve The Guardian’ın araştırmaları tartışmaları alevlendirirken ilacı üreten firmanın kısa sürede büyük bir gelir elde etmiş olması da şüpheli bulundu.
Bugün WHO direktörü Ghebreyesus Çin tarafından 'satın alındığı' suçlamaları, Pekin yönetiminin gerçek verileri gizlemesine yardım etmek ile birlikte, 2005-2016 yılları arasında Etiyopyalılara şiddet ve soykırım uygulanmasından sorumlu tutuluyor.
Tıp doktoru olmayan ve herhangi bir tıbbi geçmişi bulunmayan DSÖ direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus hakkında Lahey’deki Ulusalararası Ceza Mahkemesi’ne başvuru yapan David Steinman, ülkesinde yaşanan iç savaşta sorumluluğu olduğunu belirterek ‘soykırım suçundan’ yargılanmasını talep ediyor.
WHO Director Tedros Adhanom Ghebreyesus Was Top Member of Violent Ethiopian Communist Party. The Tigray People’s Liberation Front (TPLF) was previously categorized by the US State Department as a terrorist organization for alleged crimes against humanity. https://t.co/HCPIxyaBWS pic.twitter.com/d3onxB6ogP
— 🌐alpнacenтaυrι😷 (@alphacentauriii) April 18, 2020
Başvuru dilekçesinde bulunan “Etiyopyalılara uygulanan şiddet, gözaltı, infaz ve işkencede Ghebreyesus önemli bir karar merciiydi. Ghebreyesus, Amhara, Konso, Oromo ve Somali kabilelerini yok etmeye yönelik çalışmalar yaptı” iddiası yine uluslararası basında Etiyopya’nın Çin’den aldığı izleme sitemleri ile destekleniyor.
Tigray Halk Kurtuluş Cephesi'nin (TPLF) kuzeydeki diğer şehirleri füzelerle vurması sonucu 182 kişi hayatını kaybetti. Ölenlerin büyük çoğunluğunun yerel halk olduğu ve askerlerin cenaze definine bile izin vermediği belirtildi.
Başbakan Abiy Ahmed TPLF'yi yok ederek ülkeye refaha geçireceğini iddia ederken TPLF gayrimeşru olduğunu savunduğu Abiy Ahmed’in seçimleri yapmayarak ve hatta savaş çıkararak bir “diktatörlük” kurduğunu ileri sürüyor.
An honor to meet with Prime Minister Abiy Ahmed of #Ethiopia. Glad to have the opportunity to congratulate him in person. Discussed WHO and Ethiopia collaboration and agreed to strengthen it. pic.twitter.com/dCfPKzeuiD
— Tedros Adhanom Ghebreyesus (@DrTedros) April 8, 2018
Peter Hasson The National Interest’te kaleme aldığı makalesinde bu iddialara değinerek, Mayıs 2017’de Çin’in desteği ile göreve gelen DSÖ direktörü Ghebreyesus’un bu desteğin hakkını verip vermediği sorusunu okuyucularına yöneltti.
ETİYOPYA ÇİN İLİŞKİLERİ
Virüsü kasıtlı olarak başlatmamış olsa bile WHO ile iş birliği yaparak gerçek verileri gizlediği iddia edilen Çin’in Etiyopya’ya 14 milyar dolar kredi vermiş olması iki ülke arasındaki siyasette belirleyici rol oynuyor. Hem OBOR projesi kapsamında Pekin yönetiminden kredi alan Etiyopya hem de Hadesa Barajı meselesinde siyasi olarak destekleniyor.
Berlin merkezli Çin Araştırmaları Enstitüsü’nden Mareike Ohlberg, DSÖ’nün açıklamalarında Çin Komünist Partisi etkisinin açıkça görüldüğünü vurguluyor.
Tedros Adhanom Ghebreyesus’un Dışişleri Bakanlığı döneminde Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Wang Yi ile 2014 yılındaki görüşmesinin ardından yayınlanan bildirideki, “2003'te Kapsamlı İşbirliği Ortaklığının başlamasından sonra Çin-Etiyopya ilişkileri hızla gelişti. 2003 ile 2013 arasında, Çin ile Etiyopya arasındaki yıllık ikili ticaret hacmi 13 kattan fazla arttı. Çin, Etiyopya'nın en büyük yabancı yatırımcısı ve en büyük ticaret ortağı haline geldi. Etiyopya şu anda Afrika'da Çin ürünleri, ekipmanları, teknolojisi ve yatırımı için ana pazarlardan biridir. 2006 yılından bu yana Çin, çeşitli mekanizmalar aracılığıyla Etiyopya'nın bir dizi mega projesinin inşası için büyük miktarda mali destek sağlamıştır. Bunlar arasında ilk Ekspres Ücretli Yol ve ilk faal Rüzgar Enerjisi Santrali, Addis Ababa Hafif Raylı Demiryolu ve diğer modern demiryollarının yanı sıra Tirunesh-Pekin Hastanesi ve Konfüçyüs Enstitüsü yer alıyor. Bunlar verimli ve kapsamlı ilişkimizin canlı örnekleridir” sözleri de iddiaları güçlendiriyor.
Çin’in pandeminin hemen sonrasında Covid-19 ile mücadele için dünya Sağlık Örgütü’ne 20 milyon dolar teklif etmiş olması ve Etiyopya’nın ‘Küçük Çin’ olarak anılması da basına yansıyan diğer haberler arasında.
Son olarak aşı çalışmaları ve dünya ülkelerinin aşıya ulaşmasının ardından DSÖ’lü yetkililer uluslararası arenada artan baskı ile birlikte bir kez daha Çin’i ziyaret etti. Özel seçilen bir ekip, virüsün kaynağı olduğu iddia edilen Wuhan Viroloji Laboratuvarı’nı ziyaretlerini basına kapalı olarak gerçekleştirdi. Fakat daha önce de değindiğimiz gibi ekipte yer alan bazı isimler basında yer alan haberlere göre bu BSL-4 merkezinin virüsün kaynağı olduğuna inandıklarını beyan etti.
Dünyada gözler ekonomi ve küresel çapta yayılan hiperenflasyon, işsizlik, protestolara yöneldi. Önümüzdeki günlerde yayınlanması beklenen DSÖ raporunda yer alacak ifadeler merak ile beklenirken, İngiliz The Sun Gazetesi Wuhan Viroloji Laboratuvarı şefi Dr. Shi Zhengli’ya ait olduğu iddia edilen bazı yazışmaları yayınladı.
ABD Bilgi Edinme Hakkı (USRTK) tarafından ortaya çıkarılan e-postalarda virüsün Çin ve Çin toplumu ile anılmasından kaygı duydukları dile getiriliyor. DSÖ’nün Covid-19 olarak adlandırdığı ve yine daha önce değindiğimiz gibi virüsü yarattığı iddia edilen Guo Deyin’in yeni isim önerileri de gerçeklere saklamaya yönelik bir çaba olarak değerlendiriliyor.
Uzmanlar, virüsün kaynağının yeniden araştırılması gerektiğinin altını önemle çizmeye devam ediyor. 15 Mart’ta yayınlanması beklenen Dünya Sağlık Örgütü raporları için ise henüz bir açıklama yapılmadı.